Sosyal izolasyon döneminde okuyabileceğiniz sürükleyici kitaplar
İlk olarak 1960 yılında Suudi Arabistan’da ortaya çıkan daha sonra SARS ve MERS türleriyle 2002 ve 2006 yıllarında yeniden görülen koronavirüs salgını mutasyona uğrayarak Çin’in Wuhan kentinde Kovid-19 ismiyle bir kez daha karşımıza çıktı.
Çin’in güneyinden başlayarak kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüsten korunmanın en etkili yolu ise sosyal izolasyon. Kendimizin, sevdiklerimizin ve ülkemizin sağlığı için evlerimizde karantina sürecine girdik. Ajanda İstanbul karantina döneminde yapabileceğiniz en iyi aktiviteleri sizlerle paylaşmaya devam ediyor.
Ajanda İstanbul ailesinden Merve Gedik sizler için karantina döneminde okuyabileceğiniz kitapları yazdı. İşte karşınızda sosyal izolasyon döneminde okuyabileceğiniz sürükleyici kitaplar. Önermesi bizden, okuması sizden.
Bin Hüzünlü Haz/Hasan Ali Toptaş
“Beni en çok suçtan arınmışlığım tedirgin ediyor.” cümlesiyle başlar Bin Hüzünlü Haz romanı. Hasan Ali Toptaş bilindiği üzere post-modern teknikleri ustalıkla kullanan bir yazar. Bin Hüzünlü Haz romanında da pastiş, iç monolog, geriye dönüş, bilinç akışı tekniklerini kullanıyor.
Post-modern romanlar, diğer akımların etkisinde yazılmış birçok romanlara göre okuması ve anlaması daha zor olan romanlar. Fikrimce zaten anlaşılmak için yazılmadılar. Okuyucuya farklı kapılar açmak, düşündürmek, en önemlisi de okurken edebi haz uyandırmak gibi etkileri var. Bende de aynı etkiyi uyandırdığını söyleyebilirim.
Kitap Alaaddin’in kaybolması ve anlatıcının onu aramasıyla başlar. Anlatıcı önce bir garsona sorar onu garson MOTEL ROM’a gitmesini orada bulabileceğini söyler. Oraya gittiğinde yaşlı bir kadın binlerce Alaaddin olduğunu böyle bir kişinin anlatıcının uydurması olduğunu söyler. Anlatıcı sokaklarda onu aramaya devam eder. Derken Asip Dağı’nda bulunan kalede olabileceğini düşünerek oraya gider. Ve birden bir ormanda bulur kendini. Buradaki orman tasviri anlatıcının bilinçaltıdır. Zaman kavramı üzerinde çok durur zaman onun için göreceli bir şeydir. Bazen kuş bazen rüzgar bazen ağaç olur. Sesler fısıltı halini alır. Ses zaman kelimeleri üzerinde yoğunlaşmış anlatımlarla sürer buradaki bölüm.
Alaaddin tahtı ele geçiren kardeşi tarafından aranır. Alaaddin Tatar kızını öldürmüş ama bu öldürme şekli ve sonrası farklı versiyonlarla verilmiştir kitapta. Yazar burada okuyucuya kelime oyunu yapmış ve kelimenin gücünü kanıtlamıştır. Sonunda ise Aspir Dağı’nda anlatıcı Alaaddin’in türbesinin yanında bulur kendini.
Kişisel analizime gelecek olursak; Bin Hüzünlü Haz bir arayışın romanıdır. Alaaddin anlatıcının aslında ta kendisidir kendini arar. Her yerde Alaaddin’in sesini duyar ama bu ses belli şekli tınısı olan bir ses değildir fısıltılar halinde olan anlatıcının sesidir. Zihninin karmaşıklığını onu bulunca giderebilecegini düşünür belki. Belki de bu arayışın hiçbir zaman son bulmamasını. Kelimeler muntazam kullanılmış ve yazar bunu belli yerlerde dile de getirmiştir.
Romanda “ses, kelime, zaman, ölüm” bu kelimeler üzerinde çok durulur. Her biri anlatıcının iç dünyasıyla birlikte sunulmuştur. Kitabın bir bölümünde anlatıcının mahşer alanında olduğunu düşündürebilir okuyucu. Bazen de dönüşüm romanına pastiş yaptığını görebiliriz anlatıcı yerden kalktığında yerinde sırtüstü uzanmış bir böcek görür. Böcek çabalamaktadır yüzüstü gelmek için eğer çabalamayı bırakırsa her şeyi kabul eden biri olarak tasvir edilir; bırakmazsa arayışına devam edecektir.
Hasan Ali Toptaş modern edebiyatın en iyi yazarlarından biridir. Kullandığı Türkçe okuyucuyu mest eder. Yazarın tüm kitaplarını okumak için sabırsızlandığımı söylemek istiyorum. Ve kesinlikle herkese öneriyorum fakat anlamak için değil haz almak için okumanızı öneririm.
Kan ve Gül/Alper Canıgüz
Alper Canıgüz‘ün son romanı Kan ve Gül aklımda hiç yokken aldığım bir roman. Ajanda İstanbul genel yayın yönetmeni dostum Elif Soykan’ın önerisiyle yazarın kitaplarına şöyle bir göz gezdirdim ve bu kitapta karar kıldım. Konusu ilginç gelmişti. Tabi dili ve tekniği hakkında hiçbir fikre sahip değildim. Kitabın kapağı dikkat çekici ve afilli. Bir de kitabın sonunda Alper Canıgüz’ün mizahi, gülümseten bir özgeçmişi bulunuyor.
“Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.” Cahit Sıtkı Tarancı’nın sözleriyle kitabın şiirsel bir özetini buluyoruz nitekim. Kitap 13 bölüm altında toplanmış, başlıkları İngilizce olmakla birlikte yazar bu başlıkları Amerikalı rock grubu Nirvana’nın bir albümündeki parçalardan aldığını söylüyor. Aziz, 40’lı yaşlarda eşinden boşanmasına rağmen aşkı devam eden Zeynep adlı genç bir kızı olan aşk romanları çevirisi yapan sıradan biridir.
Zeynep’in dans gösterisini izlemek üzere ceketini kuru temizlemeye götürür. Kuru temizlemenin adı “Kan ve Gül Kuru Temizleme”. Kuru temizleme için değişik bir isim, evet bu bildiğimiz Kan ve Gül şarkısını seslendiren İskender Doğan’a ait kuru temizlemecidir. Sanatına devam etmemiş ve bu dükkanı açmıştır. Dükkanda İskender Doğan’ın elinde “Zaman Makinesi” kitabını görmesi de çok manidar olacaktır. Gösteriye gider ve orada bir kaza sonucu yaralanır. Gözlerini açmasıyla birlikte kendini okuduğu üniversite Boğaziçi Üniversitesi’nde ve 1994 yılında bulur. Geçmişe dönmesiyle birlikte eski eşi olan Nergis ile aşkları hâlen devam etmektedir. Bu durum onu her ne kadar mesut etse bile çözmesi gereken bir bir cinayet olduğunu düşünür. Buralarda çok fazla detaya girmek istemiyorum. Hem fantastik hem polisiye diyebileceğimiz türden bir romanla karşı karşıyayız. Dili fazlasıyla akıcı bir günde bile bitirebileceğiniz türden bir roman. Keyifle okudum. Bu kitapla birlikte bu tarz bir romanı daha önce okumadığımı ve okumam gerektiğini fark ettim. “Geçmişe gitmek iyi mi olurdu kötü mü olurdu?” sorusuna cevap da veriyor aslında bir bakıma.
Her şeyin bazen iyi tarafları bazen de kötü tarafları olduğu gibi romanda da aynı durumu görüyoruz. Kafanızı dağıtmak, zihninizi yormadan okuyabilmek aynı zamanda sizi sürüklemesini sğlamak, eğlenmek istiyorsanız okumanızı tavsiye ederim.
Bin Muhteşem Güneş/Halit Hüseyni
Uçurtma Avcısı kitabıyla ün yapmıştı Halit Hüseyni bilen bilir. O kitabı birkaç sene önce okuduğum zaman derin izler bırakmıştı bende. Bu kitabı okurken ‘o hissi yakabilir miyim tekrar?’ endişesiyle okumayı ertelemiştim bir müddet. Bir de popüler olan kitaplara önyargım da vardı elbette. Beni bu kadar sürükleyeceğini tahmin edememiştim.
Kitap Meryem ve Leyla adlı iki kadının ayrı ayrı hikayelerini ele alır önce ve sonra bu kadınların hayatlarının kesiştiğini görürüz Uçurtma Avcısı’nda olduğu gibi. Yine Afganistan’da geçer bu hikaye de. Bin Muhteşem Güneş romanında 1970’li yıllardan başlanır anlatılmaya. O dönemde karakterlerin yaşadıkları olaylar çerçevesinde Afganistan’nın geçirdiği sosyal, siyasal ve politik olaylar da anlatılmaktadır. İnsanda ağır bir dram filmi izliyormuş hissi uyandırıyor. Yer yer gözleriniz doluyor. Bazen ‘oh iyi oldu’ diyor bazen de seviniyorsunuz. Akıp giden hikayenin içinde kendini Meryem ya da Leyla’nın yerine koyuyor, onların acılarına ortak oluyorsunuz. Taliban’ın zulmüne uğramış hissedebiliyorsunuz. Kısacası duygulardan duygu beğenip sürükleniyorsunuz. Edebi bir haz yaratmasa da kurgu ve olaylar içine çekiyor.
Özellikle iki kadının ataerkil yapıya, tutuculuğa, baskıya, açlığa, savaşa karşı verdigi mücadele karşısında hayranlık uyandırıyor. Okurken acaba sonrasında ne olacak diye de merak içinde elinizden bırakamıyorsunuz. Çok severek okudum. Okumanızı tavsiye ederim ama güçlü bir psikolojiniz varsa.
Merve Gedik/Ajanda İstanbul