Yaralı ruhların ısrarcı halleri: Baby Reindeer
Elif Soykan yazdı
“O sendin minik ren geyiği, senin sayende hayatta kalabildim.”
Çocukluk ve ilk gençlik travmalarının yetişkinlik hayatına yansımalarını hafif mizah tozu; bolca gerilim ve iticilik kozuyla anlatan “Baby Reindeer” yayınlandığı günden beri dilden dile dolaşıyor. Dizi yayınlanmadan önce pek adını duymamış olsak da şimdilerde hemen hemen her ortamda minik ren geyiğinden bahsedildiğini biliyoruz.
Geçmişte yaşanan acıların, yaralı ruhların ve travmatik çocuklukların ilgi ve sevgiye olan karşı konulmaz arzusu, onaylanma ve değer görme ihtiyacı, her şeyden de öte görülebilme mücadelesi bu dizinin sağlam bir temele oturmasını sağlıyor.
Sanat üretimlerinde bireyin varoluş kaygısı ve ruh dünyasıyla ilgili konular her geçen gün daha çok ilgi görmeye başladı. Atlamalı, zıplamalı dünyalardansa minik ren geyiği gibi gerçek bir yaşam yolculuğunun açmazlarını görmek daha çok hoşumuza gidiyor. Dizinin gerçek bir hikayeden uyarlandığını bilmek de ayrı bir zevk kaynağı.
Komedyen Richard Gadd’ın kendi hayat hikayesinden yola çıkarak kaleme aldığı ve başrolünü üstlendiği “Baby Reindeer”, bir tacizci ve onun kurbanının hikayesine odaklanıyor. Dizinin konusunun gerçek bir hikayeden uyarlama olması dizideki karakterleri hem içselleştirmemize hem de ötekileştirmemize neden oluyor.
Her karakterin hem fail hem de mağdur olmayı başarabildiği bir iş olması bize gerçek karakterler olduklarını da kanıtlar nitelikte. Donny Don karakterinin sürekli Martha Scott tarafından takip ve taciz edilmesini değil iki hastalıklı karakterin karşılıklı oyunlarını izliyoruz bir noktadan sonra.
Martha Scott’un sapkınlığa dönüşen yalnızlığı ya da yalnızlığa dönüşen sapkınlığına; özellikle yaralı bir baba figürüyle ve otoritesiyle büyümüş, birebir şahit olduğu durumların bile farkına varmakta güçlük çeken bir Donny Don karakteri eşlik ediyor.
Donny Don’un dizide yaşadığı istismar ise pekala bir metafor olarak düşünülebilir. Peşi sıra korkunç şeyler yaşıyor, hem fiziksel hem duygusal olarak istismara uğruyor ancak yine de istismar edildiği yerden kaçamıyor. Onaylanma ve beğenilme arzusu o kadar baskın ve öyle derin bir yalnızlığı var ki acı çektiği yerden bile medet umabilecek durumda.
Ne yazık ki bizler de derin yalnızlığımızı gidermek, onaylanmak ve bir parça daha fazla sevilebilmek için acı çektiğimiz yerlerde kabul görmeyi bekleyebiliyoruz hayatlarımızda. Herkesin aynı şekilde aynı dertlerle kavrulduğu bir dünyada hem bu kadar benzeşip hem de bu kadar ayrı düşen bir tür var mıdır başka?
Genç bir adamın kendini arama yolculuğunda ayağına takılan geçmişi, yalnızlığı ve küresel engelleri görüyoruz tek tek. Donny Don sadece ısrarlı bir takibin ve istismarcılarının kurbanı değil aynı zamanda sistemin de kurbanı. Derinleşemediği her duygunun ya da derinleşip kendisine yüzeyden el sallayanların kurbanı. Renkli dünyaların acımasız ve yakıcı ışığının da kurbanı. Komedi yapmak üzere çıktığı sahnede gözyaşları içinde hayatından kesitler sunacak kadar çaresiz…
Aynı anda birçok şeye kurban edilen Donny Don’un sığındığı tek bir şey var dizi boyunca, hem kaçtığı hem de her dara düştüğünde kollarına koştuğu Martha. Olmak istediği gibi hissedebildiği tek yer Martha’nın yanı ama ne yazık ki Martha istediği zaman ilgi verebilecek istediği zaman ortadan kaybolabilecek bir robot değil ve tehlikeli.
Kısacası sistemin benzeştirirken yakınlaştırdığı, yakınlaştırırken ayrıştırdığı günümüz insan topluluklarının bir yansıması bu dizi. Söylenildiği kadar sansasyonel bir iş değil belki ama hayatlarımızdaki kişisel sansasyonlarımıza biraz benziyor sanki. Hangimiz daha fazlasını ya da bir parçasını elde edebilmek, görünür ve her şeyiyle kabul edilebilir olmak için kendimizden ödün vermedik, sıkıntılı ruhlara bulaşmadık? “Yok ben yapmadım” diyenlere saygıyla…