Hayata bakışınızı değiştirecek kitaplar

0

Kitap okumanın zekanızı, konuşma ve yazma yeteneğinizi geliştirmenin yanında size kattığı birçok entelektüel özellik de vardır. Bunlardan biri de ufkunuzun genişlemesidir. Bazı kitaplar hayatınıza öyle bir dokunur ki, olaylara ve durumlara bakışınızı bambaşka bir noktaya taşır. Sizler için hayata bakışınızı değiştirecek yerli ve yabancı 10 eseri derledik. Okuyun, okutun efendim.

Önemli not: Bu liste tabi ki de son derece kişisel ve genişletilebilir bir listedir. Listedeki bazı kitaplar çok popüler olmuşken bazı kitaplar ise hakettiği değeri görmemiştir.

10)Hüseyin Rahmi Gürpınar/Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç

Türk Edebiyatı’nın en şahsına münhasır isimlerinden, mizah ustalarından ve tabi ki en üretken isimlerinden bir tanesi olan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın bu eseri özellikle Osmanlı’nın son demlerine yakın kadın-erkek eşitsizliğinin bir nebze olsun sorgulanmaya değer bulunduğu bir dönemde geçiyor. Alaturka ve alafranga adetler arasında sıkışan toplumun cahillikleri üzerinden ve özellikle de kadın- erkek eşitsizliği üzerinden mizahi bir dille sert eleştiriler sunan bu eserde yıllar öncesinde gündemde olan sorunların güncelliğini koruduğunu görerek hem şaşırıyor hem üzülüyor hem de sorunların zeminine intikal edebilmek için bol miktarda beyin jimnastiğine girişiyorsunuz.

Adı üzerinde bir garip Kuyruklu Halley Yıldızı ile bir garip izdivacın öyküsü. İstanbul’daki kadınların mahalli ve renkli yaşantısını alt zeminine alan bu eserde dönemin insanlarının cahillikleri üzerinden çeşitli komik sahneler türetiliyor. Mizahın usturuplu ve kurnazca yerleştirilmesi ise eşsiz bir okuma deneyimi sunuyor.

Konusu: Yakın zamanda dünyaya bir kuyruklu yıldız çarpacağı söylenir. Ailesinin alaturka yaşamına karşın kendisi alafranga bir yaşam sürme ve sürekli öğrenme gayretinde olan İrfan Galip Bey de kadınları bu konuda bilgilendirmek için ailesiyle birlikte yaşadığı evde konferanslar vermeye başlar. Aslında İrfan’ın amacı kadınları bilgilendirmek değil onlardan intikam almaktır. Hiçbir zaman kadınlardan beklediği ilgiyi göremeyen İrfan, her ne kadar kadınlara nefret kusan makalaler yayınlasa da aslında bir kadının sevgisine layık olmak ve kendine uygun bir eş bulup da evlenebilmek için çırpınmaktadır. Genç ve eğitimli bir kadının bir gün kendisine kuyruklu yıldız meselesi ile ilgili bir mektup yazmasıyla hayatı bambaşka bir yöne sapar.

9) Ahmet Hamdi Tanpınar/Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından 1954 yılında hayata kazandırılan bu nadide eser temelinde Türk halkının doğu ile batı arasında kalmasını ve günlük yaşamdaki kültürel bocalamalarını konu edinse de çok daha derin anlamlar içeren adeta bir modern toplum eleştirisi. Modern toplum eleştirisi dememiz sizi yanıltmasın. Kitap 50’lerde geçiyor ancak gözünü hırs bürüyen patronlar, çıkarsız kılını kıpırdartmayan komşular, akrabalar, üretim olmadan kazanç peşinde koşan insanlar her ne kadar eskinin tozuyla anlatılsa da günümüzdeki türlü gel-git arasında mücadele verenlere de dokunuyor. Kitapta geçmişten 60’lara kadar bir kültürel portre çiziliyor hatta.

Konusu: Romanın baş karakteri ve hikaye anlatıcısı Hayri İrdal’ın değişen hayatı üzerinden toplumun yaşadığı kültürel bocalamaları konu edinen Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün bir diğer baş karakteri ise Mübarek ismi verilen saattir. Saatleri ayarlama enstitüsü ise hiçbir şeyin yapılmadığı ama çok önemli işler yapılıyormuş izlenimi veren ve sırf kendini olduğundan farklı bir şekilde pazarlayarak sermayesini döndüren bir yerdir. Nasıl, tanıdık geldi mi bir yerlerden?

8)Gabriel Garcia Marquez/Benim Hüzünlü Orospularım

Nobel Ödüllü edebiyat dahilerinden Gabriel Garcia Marquez’in en dikkat çeken eserlerinden Benim Hüzünlü Orospularım ikili ilişkilerinizi değerlendirmeniz; aşkın, sevginin mutlulukla ne derece ilişkisi olduğunu düşünmeniz ve aşkın hayatımızın gidişatında ne büyük etkiler yaratabileceğini görmeniz için idael bir eser. Marquez bunu o kadar hassas ve eleştirilere açık bir konu üzerinden okuyucuya anlatıyor ki önce tüyleriniz diken diken oluyor sonra da gözleriniz uzaklara dalıyor istemsizce.

Konusu: 90. yaşını kutlayacak olan yaşlı ve yalnız bir adam uzun zamandır müşterisi olduğu bir genelevin sahibinden kendisine doğumgünü hediyesi olarak bakire ve yeniyetme bir kız bulmasını ister. Böyle sert ve kan donduran bir girişle başlar roman. İlerleyen bölümlerde ana karakterin hayatı boyunca hiç sevilmediğini ve ait olmadığını ve hayatı boyunca hiçbir zaman derin bir tutkuyla sevişmediğini öğreniriz. Aşksız geçen bir yaşamın nasıl dibi görebileceğini, ne kadar beyhude olduğunu ilmek ilmek okuyucuya anlatır.

7)Fyodor Mihayloviç Dostoyevski/Suç ve Ceza

Aslında bu listeye bir Rus klasiği eklemek istememiştik ama Suç ve Ceza’nın hayata ve insanlara bakışınızı değiştirecek en nadide eserlerden biri olduğu gerçeği buna izin vermedi. Çünkü dünyaca ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin bu eseri insan ilişkilerinde birçok şeyi yeniden sorgulamanızı sağlayacak adeta bir başyapıt. Vicdan azabının en berbat cezadan bile daha kötü ve yakıcı olduğunu gözler önüne seren bir eser. Toplumda dışlanan, ötekileştirilen ya da hayatın sunduğu kadarıyla hayatta kabul gören bir insan olamamamın verdiği acıyı iliklerinize kadar hissettirebilecek potansiyelde bir başucu kitabı. Raskolnikov’un vicdan azabı, Sonya’nın çaresizliği ve arka planda sefalet çeken bir ailenin fertlerinin yaşadığı derinlikli acılar hiçbir suçluyu, hiçbir ötekileştirileni eskisi gibi görememenizi sağlayacak.

Konusu:  Rodion Romanoviç hukuk eğitimi gören ve yoksullukla boğuşan bir gençtir. Ailesi de kendisi gibi sefil ve acınası bir hayat sürmektedir. Sefil ve acınası yaşamı karşısına daha sefil ve daha acınası insanlar çıkarır. Onlar da hikayesine dahil olurlar. İşlediği çifte cinayetin cezasını ise kendi kendine verecektir. Peki, en büyük ceza nedir ya da suç neden ve nasıl işlenir?

6)Lewis Carroll/Alice Harikalar Diyarında

Birçok filme ve tiyatro oyununa konu olan, kendinden sonra üretilen birçok sanat eserine ilham kaynağı olan ve hala günümüzde de bu ilham gücünü devam ettiren Lewis Carroll’un bu olağanüstü masalı gerçekten dillere destan. Hayata bakışınızı değiştirmekle kalmayıp kendizi de sorgulamanıza imkan sağlayacak bir eser. Zamanında alt metninde uyuşturucu kültürünü gençlere aşıladığı, yeme bozuklukları olan bir çocuğa ders vermek için yazıldığı hatta Gül Savaşları’na gönderme yaptığı bile iddia edilmiş. Sigmund Freud’un psikanaliz kuramını ortaya atmasıyla birlikte kitabın çocukluktan ergenliğe geçen bir kız çocuğunun yaşadığı bocalamayı konu edinmiş olabileceğine de değinilmiş. Günümüzde olduğu gibi zamanında da birçok övgü ve yergi alan bu eser, hala daha birçok konudaki sır perdesini aralamış değil. Ancak kitapta Alice’in çıktığı yolculuklarda kendi bildiğini diretmesi ve karşılığında beklentisi ve isteğinin tam tersi yönde olaylar gelişmesi ile okuyucu da kendine soruyor; ‘Acaba bunca zaman doğru kabul ettiklerim ne kadar doğru? Acaba başka diyarlarda bunların tam tersini düşünenler de var mıdır?’ diye.

İnsanın kendini yaşamın içinde doğal akışa bırakarak karşısına çıkan her türlü deneyim karşısında çocukluktan bu yana öğrenilegelen değer yargılarının doğruluk zeminini çatlatıyor. Değişmez yargıların olmayacağını ve hayatın aslında tamamen spontane gelişen bir süreç olduğunu gözler önüne seriyor. Sürekli ‘şunun başını vurun, hadi bunun da başını vurun’ diyen kraliçenin de 1800’lerin İngiltere’sinin kaotik düzenine bir eleştiri olduğu ve papağan gibi otoriteyi tekrarlayan adaletsiz ve işlevsiz adalet sisteminin de yerden yere vurulduğu görülüyor. Dünyadaki ve ülkemizdeki adalet sistemini göz önünde bulundursak bu eser bizim için epey ufuk açıcı görünüyor. Ancak şunu da söylemek de fayda var bu bir çocuk kitabı ama buna kim inanır ki?

Konusu: Yaşıtlarına kıyasla daha çok bilgiye sahip olan ve özgüvenli davranışları ile takdir toplayan Alice bir gün nehir kıyısında ablasıyla birlikte otururuken aniden yerin yedi kat dibine doğru bir yolculuğa çıkar. Uçar uçar ve konar. Konduğu yerde de bir beyaz tavşanla karşılaşır. Bu beyaz tavşanın peşine takılan Alice’i kendisini bir büyültüp bir küçülten sihirli (!) mantarlar, mantar üzerinde nargile içen tırtıllar, acımasız kraliçeler, geriye sadece sırıtışı kalan korkunç kediler beklemektedir.

5)George Orwell/1984

Zamanının en ileri görüşlü edebiyat dahilerinden George Orwell’ın 1984 eserine bu listede yer vermeseydik içimiz asla ama asla rahat etmeyecekti. Hayata özellikle de güncelde içinde savrulduğumuz hayata bakışımızı kökünden sarsacak tam bir otoriter sistem eleştirisi bu eser. Özellikle bir halkın dilinin elinden alınmasıyla birlikte düşünebilme yeteneğinin nasıl köreltiğini, Big Brother denen sevgili yöneticilerin halkı nasıl da kendi çemberine aldığını gösteren çok sıkı bir kitap. Okurken dilin önemini bir kez daha kavrayacak, kapitalist sistemde gerekli, önemli, yeterli ya da yetersiz  diye düşündüğümüz her şeyi yeni baştan sorgulamanızı sağlayacak bir bilim kurgu klasiği.

Konusu: Totaliter rejimle yönetilen Okyanusya ülkesinin insanlarının günlük yaşantılarına ve zamanla dönüştükleri yeni bireylere değinen kitapta asıl konu baskıcı rejimken, özelde dil-zeka ilişkisini, otoritereye boyun eğen ve eğmeyenler arasındaki farkı ve gelişkin zekaların yarattığı umudu da konu edinir. Belirli kelimeleri kullanabilen, tek tip giyinen ve her gün odasında en mahrem anında dahi Big Brother denilen yöneticiler tarafından gözlenen insanların hikayesinin anlatıldığı bu ditopyada mahremiyet ve bireysellik en sakıncalı durumlardır. Ancak ne yazık ki örgütlü hareket edilmeye de izin verilmemektedir. Sadece devletin izin verdiği sözcükleri kullanabilen insanlar zamanla dillerini unutarak düşünme kabiliyetlerini de kaybetmeye ve her geçen gün bir parça daha otoriteye bağlı hale gelmeye başlarlar.

4)Oriana Fallaci/Doğmamış Çocuğa Mektup

Sevgi, dayanışma ve dostlukla tavsiye ediyoruz bu kitabı. Özellikle ilk gençlik yıllarındaki kadın ve erkek okuyuculara. Hayata bakışınızı değiştirecek ve hayatla olan ilişkinize yeniden yön çizmenizi sağlayacak bir eser. İlk gençlik yıllarındaki okuyuculara özellikle tavsiye etmemiz bu eserin bir gençlik romanı olduğunun düşünülmesine neden olmasın. Özellikle hayatla ilgili ilk fikirlerimizi oluşturmaya başladığımız ve ailemizden bağımsız bir birey olduğumuz, kendi bireysel ve biricik yaşantımızı kurmaya başladığımız zamanlar ilk gençlik yıllarımızdır diye bu şekilde naçizane bir tavsiyede bulunduk. Kendi hayatını kurabilmenin önemine, tek başına bir insan olmanın ne kadar güçlükle elde edilebileceğine değinen bu eser aynı zamanda kadın ve erkek ilişkilerine dair yine hayata bakışımıza yön verecek çok önemli noktalara parmak basıyor. Kadınlığın derinliğini duyumsanın da iyi bir yolu gibi görünüyor.

Konusu: İtalyan feminist yazar ve gazeteci Oriana Fallaci bu kitabında sevgilisinden yeni ayrılan bir kadının hamile kaldığını öğrendiği ilk andan itibaren doğmamış çocuğuna yazdığı mektuplar üzerinden kendi içsel hesaplaşmalarını, sorgularını, hayata dair kaygılarını ve kararsızlıklarını son derece şiirsel bir dille anlatıyor.

3/Bizi Aşktan Koru/Suzanne Brogger

Çocukluğumuzdan beri bize dayatılan kadın erkek farklılığına ve kadın erkek rollerine ilişkin bilgileri yeni baştan yorumlamanızı ve kesinlikle hayatın akışını yeniden sorgulamanızı sağlayacak gazeteci kökenli Danimarkalı yazar Brogger’in bu eseri. Kadın erkek ilişkileri üzerindeki toplumsal ve küresel kapitalist sistem dayatılarını tek tek gözünüzün önüne serecek niteliğe sahip bir eser. Toplum tarafından sınırları keskin hatlarla çizilen kadın ve erkek rollerine karşı çok sağlam bir eleştiri ve başkaldırı ürünü. Cinsellik, fantezi, gündelik yaşamdaki cinsiyet eşitsizliği sorunsalı, evlilik ve içi boşlatılan, sistemin işleyişine daha kolay ayak uydurabilecek şekilde tasarlanan aile kavramını somut ve çok derinklikli örneklerle okuyucunun adeta gözünün içine sokuyor. Cinsel ayrımın salt ‘cinsel organlar’ üzerinden kurulan keyfi bir ayrım olduğuna değinen eser sosyo ekonomik koşulların ve kültürel birikimin bu ayrımda ne denli önemli olduğunun da altını çizerek, bir daha asla hayata aynı pencereden bakmamıza izin vermiyor.

Kısa bir alıntı:

Ben sokaklarda “Bütün ulusların seks savaşçıları birleşsin!” diyerek dolaşsam cezasını yine onlar çekeceklerdir. Bizim gözlerimizi açmaya, ‘iki cins’ ayrımının keyfi bir ayrım ‘cinsel organlar’ kavramı üzerine kurulmuş bir ideoloji, aptallardan başka hiç kimsenin katlanamayacağı bir düzen olduğunu göstermeye çalışanlardır transvestitler. (Transeksüeller kastedilmektedir.)

Konusu: Danimarkalı gazeteci ve yazar Suzanne Brogger’ın kaleminden çıkan bu eserde yazarın bizzat kendi hayatından örnekler vererek dünyanın farklı yerlerindeki deneyimleri üzerinden toplumsal ve küresel eşitsizlik kavramı ele alınır. Yazar bire bir kendi yaşamından somut örnekler ve kendi düşünceleri ile olayları derinleştirir ve okuyucunun gözlerini açar.

2/Franz Kafka/Dönüşüm

Listeye alıp almamak konusunda yine kararsız kaldığımız kitaplardan bir tanesi de Kafka’nın metoforik ve karanlık dünyasından önemli izler barındıran Dönüşüm diğer bilinen adıyla Metamorfoz eseri oldu. Tam bir başyapıt niteliği taşıyan bu eserde çıkarcı ebeveynler, aksak toplum düzeni, para kazanmak ve insan değeri arasında kurulan acımasız bağ ve sistemin hiç de gözünün yaşına bakmadan köleleştirdiği insanlara değiniliyor. Karanlık ve kasvetli, absürt ve saçmalıklar daniskası bir bütünlük oluşturmaktan büyük haz duyan ve bunu çok büyük bir ustalıkla okuyucuya geçiren Kafka, boşuna kendi adıyla anılan bir tarza sahip değil. Dönüşüm bir anda yatağında bir böcek olarak uyanan Gregor Samsa’nın aslında hayatını hep bir böcek olarak sürdürdüğünü ve insanlara en yakınlarına dahi bir faydası dokunmadığı zaman bir böcek gibi öldürülüp süpürüleceğini gösteriyor. Hayattaki değer yargılarımızı, yaptığımız işi, yaşadığımız hayatı hatta tüm sevdiklerimizi yeniden başımız iki avucumuzun arasında sorgulatacak ve hayata bakışımızı adeta sarsacak sertlikte bir eser.

Kısa bir alıntı:

Uyudum, uyandım. Uyudum, uyandım, yine kepaze bir hayat.

Konusu: Gregor Samsa bir sabah yatağında bir böcek olarak uyanır ve asıl uyanış bundan sonra başlar.

1)Jostein Gaarder/Sofie’nin Dünyası

Listenin en tepe noktasında asıl yazılma amacı tüm insanlığın hayata bakışını değiştirmek olan felsefe temelli bir esere yer vermesek olmazdı değil mi? Sofie’nin dünyası 1991 yılında Norveçli yazar Jostein Gaarder tarafından Norveççe olarak kaleme alınmış felsefe temelli eşsiz bir eser. 1996 yılında Norveççe’den İngilizce’ye ve diğer dillere çevrilen eser, dünyada kitapları basılan tüm Norveçli yazarların eserlerinin toplamından daha çok ilgi görmüş ve kısa sürede toplam 30 milyon kopyaya erişmiş. Felsefe tarihiyle birlikte hayata bakışını değiştiren ve hayatı sorgulayan filozofların felsefelerini, öğretilerini küçük bir kız çocuğu olan Sofie üzerinden anlatan kitapla birlikte siz de asla eskisi gibi göremeyecek ve daha da önemlisi kitabı okuduktan sonra artık eskisi bakamayacaksınız.

Konusu:  15. yaş günü için hazırlık yapan Sofie bir gün posta kutusunda bir mektup bulur. Mektupta Sofie’ye ‘Sen kimsin? diye sorulmaktadır. Sofie kim oludğunu düşünerek başladığı felsefe tarihine uzanan eşsiz bir yolculuğa çıkar.

Tamamen kişisel ve geliştirilebilir bu ‘hayata bakışınızı değiştirecek kitaplar’ listesi son derece eksiktir. Ancak hayata bakışınızı değiştirmeye olanak barındıracak eserlere yer verdiği de su götürmez bir şekilde gerçektir.

Elif Soykan/Ajanda İstanbul

Please follow and like us:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error

Ajanda İstanbul'u sosyal medyada da takip edin!