9 Kere Leyla filmi neden sevilmedi? Film, eril dilin yeniden inşası olabilir mi?
Yönetmen Ezel Akay’ın 9 Kere Leyla filmi koronavirüs pandemisinin sinema sektöründeki son kurbanlarından. Koronavirüs nedeniyle alınan tedbirlerden dolayı sinema salonlarında gösterime giremeyen film, popüler, dijital dizi film izleme platformu Netflix’te yayınlandı. Gösterime girdiği günden beri de çeşitli tartışmaların konusu oldu.
Tartışmalara değinmeden önce filmin yönetmen, senarist ve oyuncu kadrosuna bakmak da fayda var. Yönetmenliğini Ezel Akay’ın yaptığı filmin başrollerinde ise Demet Akbağ ve Haluk Bilginer gibi usta oyuncular yer alıyor. Yardımcı karakterleri canlandıran oyuncular da en az ana oyuncular kadar ünlü ve başarılı isimler. Elçin Sangu, Fırat Tanış ve Alican Yücesoy gibi rüştünü ispat etmiş ve hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip oyuncular. Özellikle de absürt komedi türündeki filmleriyle gönüllerde taht kuran, renkli ve masalsı bir dünya yaratmak konusunda ustalıklı işler sunan Ezel Akay’ın 9 Kere Leyla filminin senaristliğini ise yine yönetmeni Ezel Akay, Özlem Lale, Uğur Saatçi ve Adnan Yıldırım birlikte paylaşıyor.
Sosyal medyadaki linç kültüründen de nasibini aldı
Daha önceden beyaz perdede gösterilen Karagöz ile Hacivat Neden Öldürüldü?, Neredesin Firuze ve 7 Kocalı Hürmüz filmleri başta olmak üzere hemen hemen her filmiyle övgüye ve yüksek hasılata layık görülen usta yönetmen Ezel Akay bu filmiyle birçok sosyal medya platformunda olumsuz eleştiri oklarının hedefi oldu.
Adeta linç kültüründen beslenen ve neredeyse her gün yeni birinin farklı sebeplerden linç yemesini rutini haline getiren twitter aleminde de adından sık sık bahsettirdi. Peki, neden sevilmedi 9 Kere Leyla? Böylesine usta bir oyuncu kadrosu ve böylesine usta bir teknik ekibe sahip olmasına rağmen bu iş neden tutmadı?
9 Kere Leyla bir Netflix filmi değildir
Öncelikli olarak birçok köşe yazarı ve film eleştirmenin de üzerinde durduğu gibi bu film sinema perdesi için yazıldı ve çekildi. Aslında bu filmin izleyici ile buluşması gereken ekranlar telefon, tablet ya da bilgisayar ekranları değil beyaz perde ekranıydı.
Filmde yer alan hızlı görüntüler, binbir çeşit objeler, dingin ve sarımtırak renkler aslında olması gerektiği gibi beyaz perde için hazırlanmıştı. Haliyle küçük ekranlarda izleyen ve dilediği zaman filmi terkedebilme imkanına sahip olan tüketici, film hakkında çok erken kanıya vardı. Netflix’te 9 Kere Leyla filmini izlerken bir yandan tweetler atıldı bir yandan da ekşi sözlüklere yeni entry’ler kaydedildi. Filmin kaybettiği ilk ve en temel noktalardan bir tanesi bu.
Usta kadro izleyicinin beklentisini arşa yükseltti
İkinci nedeni ise hem tiyatro, hem sinema hem de televizyon ekranlarından tanınan ve çok sevilen oyuncuların bir arada olduğu bir işten beklentinin çok yüksek olması. Yıllar sonra Haluk Bilginer ve Demet Akbağ gibi alanlarında dev isimlerin bir projede bir araya gelmesi yapımdan beklentinin de çok üst düzeye taşınmasına neden oldu. Ancak fragmanlarında dahi gösterilenlerden çok daha fazlasını vermeyeceğini ortaya koyuyordu film.
Didaktik ve çelişkili dil, filmi samimiyetten uzaklaştıran temel unsurlar
Üçüncü nedeni ise filmin değindiği ağır ve popüler toplumsal meseleleri didaktik bir şekilde adeta seyircinin gözünün içine sokması. Özellikle Leyla ve Nergis karakterlerinin karşılıklı oturup da ilk kadın Lilith’ten ve günümüze kadar uzanan kadın erkek ilişkilerinin temellerinden bahsettiği son derece didaktik diyaloglar ve bu diyaloglarda kullanılan büyük ve keskin ifadelerin hemen ardından tüm söylemleri yerle bir eden konuşmalar filmin samimiyetini kaçırır düzeyde idi.
‘Böyle anlatamadık, bari, bir de böyle deneyelim’
İki saat boyunca çok daha yumuşak ve çok daha iz bırakacak bir şekilde işlenebilecek tüm konular filmin sonunda birkaç dakikaya sığdırılmaya çalışılmış gibi. ‘Böyle anlatamadık, bari bir de böyle asıl niyetimizi ortaya koyalım’ der gibi, deyim yerindeyse izleyicinin gözünün içine sokuluyor. Ancak tam da bu sebeple som anda da çuvallamaktan kurtulamıyor film.
Kalıplaşmış söylemler üzerinden eril dil yeniden inşa ediliyor
9 Kere Leyla filmi hakkında bir şeyler karalamaya karar verdikten sonra bilirkişilerin neler yazdığına da elbette baktım. Filmin anlatım teknikleri ve oyunculukları üzerinde sıkça durulurken filmin değindiği toplumsal meseleleri yanlış yerinden yakaladığı, didaktik olmaması gerektiği yerde didaktik olduğu, bununla da yetinmeyip eril zihniyeti eleştirirken eril hakimiyeti yeni baştan yazdığıyla ilgili fazlaca bir şeyin yazılmadığını gördüm.
Açıkçası, bu filme olumsuz eleştiri oklarının yönlendirilmesine neden olan temel nokta bana göre bu, olmalıydı. Bu bahsettiğim konulara değinen sadece, Duvar yazarı Zehra Çelenk oldu. Çelenk de yazısında eril hakimiyetin ve eril dilin, filmle birlikte yeniden inşa edildiğini, filmin kurduğu boyundan büyük cümlelerin de kısa süre içinde kendisini alaşağı ettiğini konu ediniyordu yazısında.
9 kere denedi ölen kendisi oldu
Bu konu dahilinde filmin yine son sahnesine dönelim. Erkekler birbirlerini öldürdü. Genç sevgilisi Nergis ile evlenebilmek için karısı Leyla’yı 9 kere öldürmeye kalkışan ancak bir türlü öldüremeyen Adem karakteri de öldü. 9 Kere Leyla filminin sonunda Nergis ve Leyla karakterleri baş başa kaldı.
Nergis, Leyla’nın ölümsüzlüğü karşısında dehşete kapıldı. İlk kadın Lilith yani Leyla, Nergis’e tatlı bir sesle kendisinden korkmaması gerektiğinden ve erkeklerin yıllardır kendisine cadı, şeytan gibi lakaplar taktığından bahsetti. Direkt bir şekilde burada ‘kadın kadının kurdu değil, yurdudur’ söylemi seyircinin adeta suratına haykırıldı.
‘Erkeklik doğuştan gelen bir hastalıktır’ ifadesi hem kullanımı hem de yeniden inşası bakımından yanlış
Ardından Leyla ve Nergis diyalogunda ‘erkeklik doğuştan gelen bir hastalıktır, erkeklerin işi gücü öldürmektir, öldürecek hiçbir şey bulamazlarsa tutup kendilerini öldürürler’ ifadelerine yer verildi. Didaktizmden kurtulamayan bu diyalogun en azından bu kısmı her ne kadar çok keskin hatlı ve yanlış da olsa tutarlı bir imaj çiziyor fakat bu imaj daha sonrasında ‘mesele cinsiyet değil zihniyet meselesi, erkekler gördükleri küçücük bir şefkat karşısında yürekleniyor’ gibi bir ifadeyle alt üst ediliyor. Burada da alttan alttan değil yine direkt olarak izleyiciye ‘yuvayı dişi kuş yapar’ deniliyor sanki.
Kendi içinde çelişen bu diyalog, adeta filmin içerisinde barındırdığı tüm olumlu anları da yok edebiliyor. Hal böyle olunca izleyici de ister istemez ‘bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ demekten kendini alamıyor. İyi niyetine inanmak istememe rağmen vermek istediği mesajı sinemanın nimetlerinden yararlanmadan ve son derece çelişkili bir şekilde sanatsevere yansıtması filmin hanesine ekşi puan yazılmasına neden oluyor ne yazık ki.
Kanayan yaralar tutarsız ve incelikten yoksun bir şekilde seyirciye sunuluyor
Absürt komedi türünde iyi örnekler veren ve birçok işiyle kendine hayran bırakan bir yönetmenin böyle bir iş ortaya koyması da, bu kadar derinlikli ve kanayan yaraların farkındalığını yaratmaya çalışırken tutarsız ve incelikten yoksun tavrı da filmin sevilmemesinin en büyük nedenlerinden bir tanesi.
Eril zihniyete ve eril hakimiyete tepki göstermeye çalışırken adeta eril dilin yeniden inşası gibi olmuş. Üstelik bunu yaparken tüm erkek bireylerin adeta doğuştan sapkın ve eksik olduğuna dair ifadelere yer verilerek suçluların sanki bir nebze ‘anlaşılır’ kabul edilmesi gerektiğini göstermiş. Bu durum zaten son zamanlarda adeta başımızın belası. ‘Erkektir yapar, erkektir döver de sever de’ söylemlerinin yumuşatılmış tanımları gibi. Daha doğrusu yumuşatılmış yeniden inşası gibi görünüyor.
Hasan Ali Toptaş’ın ‘eril faillik’ açıklamasıyla talihsizce benzeşen diyaloglar mevcut
Hazır yeri gelmişken şundan da bahsetmeden edemeyeceğim. Türk edebiyatının ünlü ve üretken isimlerinden Hasan Ali Toptaş’ın işlediği taciz suçlarının ifşası sonucunda dilediği özür de bu yeniden inşaya bir örnek olarak gösterilebilir. ‘Eril faillik’ ifadesini kullanan Toptaş, burada erkekliğin doğuştan getirdiği bazı suçlar olduğunu ve bunları bilmeden sadece erkek olduğu için yaparak aslında suçlu olmadığını ifade ediyor. Bu şekildeki ifadeleri ile adeta ‘özür dilermiş gibi’ bir tutum sergileyen Toptaş, ‘erkektir yapar’ ifadesini yeniden yumuşatarak hatta biraz edebiyat sosu ekleyerek yeniden inşa etmiş oluyor.
Linç kültürü ve afilli hayranlıklar sanat eserlerinin tarafsız değerlendirilmesinin önüne geçiyor
9 Kere Leyla filmine yeniden dönecek olursak filmin başlı başına çok da iyi bir film olmadığı aşikar. Ancak iyi bir yönetmen ve iyi bir oyuncu kadrosu her zaman harika işlere imza atacak diye bir kaide yok. Beklentinin altında kalan yapımların linç kültürüne teslim edilmesinde de bir mana yok. Elbetteki sanat ürünleri de tartışmaya açık. Elbette ki bir taraf severken bir taraf sevmeyecek. Elbette ki Akay da her zaman çok iyi işler yapmak zorunda değil. Bu filmde bu şekilde eleştirdiğimiz yönetmenin bir sonraki filmini çok sevebiliriz. O yüzden linç ve aşırı afilli hayranlık kültüründen sıyrılarak eleştirebilmek esas olan.
Benim tarafındam 9 Kere Leyla filmi daha çok, değinmeye ve hatta farkındalık oluşturmaya çalıştığı ancak pek de başarılı olamadığı ‘eril faillik’ açısından değerlendirilmeli. Çünkü film her şeyden önce bu alanda kusurlu ve çelişkili. Hee, belki de bizler anlamıyoruzdur değil mi okuyucu?
Elif Soykan / Ajanda İstanbul