Türk halkı kısıtlama günlerini ekran başında geçirdi

Koronavirüs vakalarının Türkiye genelinde hızla yayılmaya başlamasıyla birlikte yeni normal döneme bir süre ara verilip yeniden sıkı tedbirlere geçildi.
Haftasonları 48 saat süreli, sadece büyükşehirleri kapsayan sokağa çıkma kısıtlamaları yerini 56 saatlik tüm yurdu kapsayan kısıtlamalara bıraktı. Ayrıca ilk karantina sürecinde herhangi bir kısıtlama getirilmeyen haftaiçi günlere de kısıt getirildi. Böylelikle hiç olmadığı kadar evlerinde vakit geçirmek zorunda kalan, sadece ev ve iş arasında mekik dokuyan ya da evden çalışan özellikle de genç ve aynı zamanda aktif sosyal medya kullanıcısı izleyiciler hiç olmadığı kadar dizi film tüketmeye başladı.
Bireyler kendilerini izledikleri dizi ve filmler üzerinden ifade etme yarışına girdi
Televizyon dizilerinin bitmek tükenmek bilmeyen reklamlarından ve dört saati bulan sürelerinden sıkılan izleyiciler dijital dizi film izleme platformlarına yöneleli esasen çok oldu. Aslında bir grup izleyici zaten çok zaman önce Türk televizyon dizilerini bırakmış, kendi alternatif kanallarını oluşturmuştu. Ancak öncelikli olarak Netflix ile popüler hale gelen dijital dizi film izleme platformlarının içeriklerini düzenli olarak takip etmek bu süreçte bağımlılık düzeyine erişti. Bireyler kendilerini, izledikleri trend dizi ve filmler üzerinden ifade etmeye başladı.
Sosyal medya üzerinden dizi ve film yorumlama motivasyonu bu süreçte artış gösterdi
Zamanının önemli bir kısmını evde geçirmek zorunda olan, zorunda olmadığında da gerek sorumluluk bilinci gerek kendisinin ve sevdiklerinin sağlığını tehlikeye atmama bilinci gerekse evden çalışma zorunluluğu ile belki de gençler hiç olmadığı kadar kapalı odalar ardında kaldı.
Tüm bu etkenler hesaba katılınca aktif olarak sosyal medya kullanan ve buradaki özel dile hakim olan genç yetişkin bireyler izledikleri dizi ve filmler üzerinden kendilerini ifade edebilme alanı oluşturdular. Aslında, özellikle de Netflix uygulamasıyla birlikte dizi ve film izleme platformlarının popüler olmasıyla birlikte bu kültür ve yöneliş oluşmaya başladı. Günümüzün getirdiği zorlayıcı ve kısıtlayıcı şartlar nedeniyle bu yönelim daha da görünür hale geldi.
Kimse uzman olduğunu iddia etmiyor ancak görüş bildirme motivasyonu üst düzeyde
Özellikle de twitter kullanıcıları izledikleri dizi ve filmler hakkında görüş bildirme ihtiyacı duyuyor. Günümüzde bunu direkt olarak meslek hâline getirmiş birçok instagrammer, blogger, youtuber zaten mevcut. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de son derece görünür durumdalar. Neredeyse hem sosyal medya kullanıp hem de dijitale dizi film izleyen herkes en az bir kez Netflix dizi önerisinde bulunmuş durumda 🙂

Kimsenin bir dizi film eleştirmeni olma iddiası yok ancak herkesin izledikleri hakkında görüş bildirme motivasyonu çok yüksek. Bu motivasyonun yüksekliği ve birkaç dakikada binlerce hatta yüzbinlerce kişiye erişebilme imkanı ile de dizi ve filmler üzerinden taraflar oluşturulabiliyor. Bu durumun sonucunda da linç kültüründen nasibini alan ya da tam tersi şişirilen birçok yapım ortaya çıkıyor.
Sosyal medya izleyiciyi çok yönlü etki altında bırakabiliyor
Sosyal medyanın ve dizi filmler ile ilgili oluşturulan kalıp yargıların izleyiciyi etkilediğine inanıyorum. Çünkü her ne kadar bilgi sahibi olmaya çalışıp fikir üretsek de neticesinde duygusal varlıklarız 🙂 İster istemez okuduklarımız ve gördüklerimiz etkisinde kalıp çok çabuk kanıya varabiliyoruz. Bir sanat eseri hakkında fikir belirtmeden önce konu hakkında bilirkişilerin yazdıklarını ve değerlendirilen türün önceki benzer üretimlerini incelemenin gerektiğine inanıyorum.
Elbette ki sosyal medya üzerinden izledikleri hakkında fikir belirten kişiler herhangi bir yetkinlik sahibi olduğundan bahsetmiyor, konuda uzman olduğunu da dile getirmiyor. Zaten bir üretimi beğenip beğenmemek konusunda fikir belirtmek için bir ehliyet de aranmıyor. Bu konuda herkes özgür. Ancak çok çabuk tüketilen bu kültür nedeniyle bazı yapımlara karşı önyargı oluşturulduğu bazı yapımlara karşı da gereğinden fazla -diğerlerinden rol çalacak kadar- öncelik verildiği aşikar. Bu özellikle de birbiri ardına yayınlanan Netflix yapımlarında son derece görünür vaziyette.
Bu gayret ve motivasyonun elbette birçok nedeni var
Bu konuyu böylesine anlatma ihtiyacı hissetmemden anlaşılacağı gibi ben de elimden geldiğince, özellikle de yeni Türk yapımlarını takip etme ve görüş bildirme motivasyonu içerisindeyim. Ancak şu anda kendi bireysel maddi kaynaklarını oluşturma gayretinde olan bir insan olmasam ve koronavirüs tedbirleri nedeniyle evde bu kadar yoğun zaman geçirmek durumunda kalmasam bu motivasyona sahip olabileceğimi düşünmüyorum. İş, sosyal çevre ve geçim sıkıntısı ve yoğun veri altında bir insanın bu alanda çok yüksek bir motivasyona sahip olması da biraz zor benim tarafımdan.
Sanatsal üretimleri takip etme motivasyonu özgür zamanla gelişebilir
Sanatsal üretimlere karşı yüksek bir takip motivasyonu olması için bireyin boş zamana bir nevi kendine ayırabileceği bolca zamana ihtiyacı var. Tabi bir de tek başına vakit geçirecek motivasyon, gereklilik ya da zorunluluğa sahip olması lazım. Tam da bu sebeplerden dolayı özellikle de aktif sosyal medya kullanıcısı genç bireyler hiç olmadığı kadar dizi ve film üretimini gündemine alıyor. Bu şekilde kendini ifade edip bu şekilde sosyalleşme imkanı buluyor. Bu durumun yarattığı olumsuz etkiler olduğu gibi olumlu etkiler de elbette ki var. Bunlardan bir tanesi de sosyal medyanın ve çoğunluğun etkisine kapılarak iyi ve güzel yapımlar da keşfedebilen bireyler. Özellikle de Türk üretimi işlerin yeniden popüler olabilmesi bu sürecin olumlu kabul edilebilecek taraflarından.
Üretim ve emek kesinlikle hafife alınacak şeyler değildir
Bir Başkadır ile şahlanan ve kısa sürede 9 Kere Leyla ile tekrarlanan sosyal medyada dizi ve film yorumlamaları ve taraf olma motivasyonu bu süreçte sıkça tekrarlanarak devam edecektir. Ama en başta da dediğim gibi fikir hürriyetimizi kullanırken her zaman işin öncesini sonrasını ve detayını araştırarak yıkıcı değil yapıcı eleştiriler yapmak da fayda var. Üretim ve emeğin önemi ve gerekliliği hafife alınacak şeyler değildir ne de olsa.
Elif Soykan / Ajanda İstanbul